TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI YARGITAY KARARLARI

TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI YARGITAY KARARLARI

T.C. YARGITAY 1.Hukuk Dairesi
Esas: 2004/14912 Karar: 2005/715 Karar Tarihi: 02.02.2005

-Vekâletin Kötüye Kullanılması Nedeniyle Tapu İptali Ve Tescil Talebi
-Vekilin Özen ve Sadakat Borcu
-İyiniyetli Üçüncü Kişinin Vekâlet Görevini Kötüye Kullanan Vekilden Yaptığı Taşınmaz İktisabının Korunması

…. Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılarak satış vaadinde bulunulduğu iddiasıyla sözleşmenin iptali ile tapu sicil kaydının iptal ve tescili isteğine ilişkindir. Vekâlet sözleşmesi, büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil ede-nin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Şekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise, yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleş-me ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) göz önünde tutulması zorunludur. Vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan davalarda kural olarak zamanaşımı söz konusu olamaz. Hal böyle olunca, işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir. Hal böyle olunca, işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.
(4721 S. K. m. 2, 3) (818 S. K. m. 390/2)

Dava: Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, mirasbırakan adına kayıtlı tapulu taşınmazlarda adlarına intikal işlemi yaptırmak üzere davalının annesini vekil tayin ettiklerini, ancak vekilin vekâlet görevini kötüye kullanarak intikal edecek miras paylarını davalıya satış vaadi sözleşmesiyle sattığını, taşınmazlarda sonradan kadastro tespiti yapıldığını, taraf olmadıkları davalarda davalının bu satış vaadi sözleşmesine dayanarak adına hükmen tescillerini sağladığını ileri sürerek gayrimenkul sözleşmesinin iptali ile tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı, davacıların miras bırakandan intikal eden paylarını erkek kardeşlerine sattıklarını, ancak dava konusu taşınmazların orman sınırları içine alınması nedeniyle tescil işlemi yapılamadığından ileride devrin gerçekleşmesini temin amacıyla vekâletname verdiklerini, davacıların satış vaadi sözleşmesinden haberdar olduklarını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, kendi adına oluşan hükmen tescil kararında zilyetliğinin gerekçe yapıldığını, kadastroda da taşınmazların zilyetliğinde olduğunun belirtilmiş olduğunu, tapu iptali istenen taşınmazların hazine adına kayıtlı olması nedeniyle husumet itirazı bulunduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, satış vaadi sözleşmesinin iptali ile ilgili davanın zamanaşımı yönünden tapu iptali ve tescil davasının husumet yönünden reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Dava, vekâlet görevinin kötüye kullanılarak satış vaadinde bulunulduğu iddiasıyla sözleşmenin iptali ile tapu sicil kaydının iptal ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacıların dava dilekçesinde belirttikleri taşınmazların kadastro sonucu hükmen 11 ve 5 parsel sayısıyla hazine adına tapuya tescil edildiğine göre, mahkemece iptal ve tescil davasının husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.

Satış vaadi sözleşmesinin iptali istemine gelince; bu sözleşmenin 28.3.1989 tarihli vekâletnameye dayalı olarak 30.3.1989 tarihinde yapıldığı anlaşılmıştır.

Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde “vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir…” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış, daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.


Vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan davalarda kural olarak zamanaşımı söz konusu olamaz.

Hal böyle olunca, işin esası incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.
Sonuç: Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü H.U.M.K.’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,

2.2.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

________________________________________________________________________________________________________________________

  • Kat karşılığı inşaat sözleşmesine istinaden verilen vekalet görevinin kötüye kullanılması,
  • Tapu iptali ve tescil davasında davalının tapuda kayıtlı olan malik olması gerektiğine ilişkin karar,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2021/483 E., 2021/1698 K. sayılı kararı

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalılar …, …, …’un temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Davalı …’nın temyiz itirazları incelendiğinde, Taraf sıfatı, bir başka deyişle husumet ehliyeti, dava konusu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, bir maddi hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibini, davalı sıfatı ise dava konusu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı aktif husumeti, davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde değerlendirilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukuki koruma isteniyor ise o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir. Taraf sıfatının bu anlamda önemli özelliği ise, def’i değil itiraz niteliğinde olması nedeniyle taraflarca süreye ve davanın aşamasına bakılmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve taraflar ileri sürmemiş olsalar bile mahkemece re’sen nazara alınmasıdır. Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu subjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def’i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir. Somut olayda davanın kime yöneltileceği konusuna gelince, eldeki dava tazminat davası değil tapu iptal ve tescil davası olup, aleyhine tapu iptal ve tescil kararı verilecek kişi taşınmazın malikidir. Bu nedenle tapu iptal ve tescil talepli davanın taşınmaz malikine yöneltilmesi gerekir. Malik dışındaki … yapı maliki değil, tapu işlemini vekaleten yapan kişi olduğundan davada taraf sıfatı (pasif husumet ehliyeti) bulunmamaktadır. Mahkemece, davalı … yönünden taraf sıfatı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davalı … vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddi doğru olmamış, istinaf mahkemesi kararı kaldırılarak ilk derece mahkemesi kararının bozulması uygun görülmüştür.

_____________________________________________________________________________________________________________________


  • Ehliyetsizlik ve mirastan mal kaçırma nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil davası,
  • Ehliyetsizlik hususunun ispatına ilişkin olarak Adli Tıp Kurumundan yapılan her işlem için ayrı ayrı rapor alınması gerekliliği,

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/1624 E., 2021/5973 K. sayılı kararı

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanunu’nun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 11.6.1941 tarihli ve 4/21 sayılı kararı)

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. HMK’nin 282. (HUMK’un 286.) maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanun’un 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297/2. maddesinde “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” düzenlemesi yer almaktadır.

Somut olaya gelince; mahkemece ehliyetsizlik iddiasıyla ilgili Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan sadece 8 nolu bağımsız bölümün temlik tarihi olan 01.04.1997 tarihi itibariyle rapor alınmak suretiyle sonuca gidilmiş olup, diğer dava konusu 16 nolu bağımsız bölüm yönünden ise temlik tarihi olan 23.12.2008 tarihinde mirasbırakanın ehliyetli olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmadan, kanaat yoluyla murisin ehliyetli olduğu kabul edilerek sonuca gidilmiş olması doğru olmadığı gibi, davacı, dava dilekçesinde terditli olarak dava konusu 8 ve 16 nolu bağımsız bölümler yönünden TMK’nın 669 vd. maddeleri uyarınca mirasta denkleştirme isteğinde bulunduğu halde, dava konusu edilen bu istek bakımından HMK’nın 297. maddesi gereğince olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmamış olması da isabetsizdir.

Hal böyle olunca, öncelikle dava konusu 16 nolu bağımsız bölüm yönünden mirasbırakanın temlik tarihi olan 23.12.2008 tarihi itibariyle hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz olduğu saptanırsa anılan taşınmaz bakımından davanın kabulüne karar verilmesi, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde, dava konusu 8 ve 16 nolu bağımsız bölümler yönünden davacının terditli talebi olan mirasta denkleştirme isteği hususunda TMK’nın 669 vd. maddeleri uyarınca gerekli araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Kabule göre de; yargılama sırasında taşınmazların keşfen belirlenen değeri üzerinden harç tamamlanmadığı halde, harcı tamamlanmayan bu değer üzerinden davalı yararına fazla avukatlık ücretine hükmedilmiş olması da isabetsizdir. …

________________________________________________________________________________________________________________________

  • TMK 713/1 maddesi hükmü uyarınca taşınmaz mülkiyetinin olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanan tarafın mülkiyetin tespiti davası yerine tapu iptali ve tescil davası açması halinde, talep edilmemiş bile olsa mülkiyetin tespitine hükmedilir,

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2010/4282 E, 2010/5509 K. sayılı kararı

Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik, muristen intikal ve paylaşım hukuksal sebeplerine dayalı olarak TMK. nun 713/1, 996 ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi gereğince açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.

Mahkemece, davacının mülkiyetin tesbitini istemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Davacı başlangıçta dava dilekçesiyle tapu iptali ve tescil istediği doğrudur. Ne var ki, yapılan keşifte taşınmazın altında DSİ’ye ait kanalın geçtiği ve taşınmazın kamulaştırılmadığı belirlenmiştir. Dosya arasındaki bilgi ve belgelere göre, DSİ tarafından kanalın yapımına 1999 yılında başlanmış ve 2007 yılında bitirildiği anlaşılmıştır. Kural olarak kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayalı olarak TMK. nun 713/1 ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesine dayalı olarak açılan tescil, tapu iptali ve tescil davalarında; taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilir. Somut olayda 1999 – 2007 yılları arasında yapılan kanal nedeniyle her ne kadar taşınmaz kamulaştırılmamış olsa bile, kanal nedeniyle dava konusu yer kamu emlakine dönüşmüştür. Bu tür yerler hakkında artık tescile, tapu iptali ve tescile karar verilemez. Kazanma koşullarının oluşması halinde tapu iptali ve tescil ya da tescil yerine dava konusu yerin mülkiyetinin davacıya ait olduğunun tesbitine karar verilir. Yüksek Yargıtay ve Daire uygulaması da bu yöndedir. Böyle durumlarda davacıya seçimlik hakkı biçiminde herhangi bir hak seçimi sorulamaz. Mahkemece, somut olguda olduğu gibi durumun tesbiti halinde kendiliğinden tescil veya tapu iptali ve tescil niteliğinde bulunan davaların, mülkiyetin tesbiti davasına dönüştüğü kabul edilmelidir. Somut olayda da, bu durum gerçekleşmiştir. Davacıya sorulacak veya sunulacak bir seçenekte yoktur. Dosya kapsamındaki tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde kazanma süresi ve koşullarının davacı yararına gerçekleştiği, DSİ tarafından kanalın yapımına başlandığı 1999 yılına kadar 20 yıllık kazanma süresinin çoktan dolduğu saptanmıştır.

Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında kanal nedeniyle taşınmaz kamu emlakine dönüştüğünden tapu iptali ve tescil yerine mülkiyetin davacıya ait olduğunun tesbitine karar verilmesi gerekirken, davacının sadece tapu iptali ve tescil istediği gerekçesiyle ve Yargıtay uygulamasına aykırı olarak davanın reddine karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırıdır. …

________________________________________________________________________________________________________________________

  • Yolsuz tescil nedeniyle tapu iptali ve tescil talebine ilişkin karar,
  • Haksız fiil niteliğindeki yolsuz tescil işleminin oluşmasında mahkeme kararının eki sayılan bilirkişi raporu ve haritasını dikkate almayan Tapu Müdürlüğünün de yolsuz tescilden sorumlu bulunacağına ilişkin karar,

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2021/8240 E., 2021/5277 K. sayılı kararı

… Dava, yolsuz tescil nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, kamulaştırma nedeniyle davalı … tarafından aleyhine açılan 2016/8 Esas sayılı dava sonucunda taşınmazın kamulaştırılan kısmının iptal ve tesciline karar verilmesi gerekirken paydaşı bulunduğu taşınmazın tamamının iptal ve tesciline karar verildiğini ve kararın tapuya yansıtıldığını, oluşan yolsuz tescilden her iki davalının da sorumlu olduğunu ileri sürerek, kamulaştırma kapsamı dışında kalan kısmın tapusunun iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazın bir kısmının kamulaştırma kapsamında kaldığının saptandığı gerekçesiyle, TCDD yönünden davanın kabulüne karar verilmiş, davalı … yönünden ise bir hüküm kurulmamış; Tapu Müdürlüğünün istinaf isteği üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, Tapu Müdürlüğünün kayıtla bir ilgisi bulunmadığından kendisine husumet düşmeyeceği gerekçe gösterilerek Tapu Müdürlüğüne yönelik davanın husumet nedeniyle reddine hükmedilmiş ve lehine vekalet ücreti tayin edilmiş; karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Gerçekten de, TCDD tarafından davacı aleyhine açılan 2016/8 Esas sayılı dava sonucunda verilen tescil kararında bilirkişi raporuna da atıf yapılarak rapor ve haritasının kararın eki sayılmasına işaret edildiği halde, bu husus dikkate alınmadan taşınmazın tamamı kamulaştırılmış gibi yolsuz tescil işlemi yapıldığı anlaşılmaktadır.

O halde, haksız fiil niteliğindeki yolsuz tescil işleminin oluşmasında mahkeme kararının eki sayılan bilirkişi raporu ve haritasını dikkate almayan Tapu Müdürlüğünün de yolsuz tescilden sorumlu bulunduğu kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, davalı … yönünden davanın husumet nedeniyle reddedilmesi ve lehine vekalet ücreti tayin edilmesi doğru değildir. …

________________________________________________________________________________________________________________________

  • Yolsuz tescil nedeniyle tapu iptali ve tescil davasına ilişkin karar,
  • Birden çok malik tarafından açılacak olan tapu iptali ve tescil davalarında hükme elverişli inceleme usulüne ilişkin karar,

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2014/10869 E., 2015/13384 K. sayılı kararı

… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Tapu Müdürlüğü; 114 ada 1, 131 ada 20, 132 ada 4, 137 ada 1, 143 ada 12, 152 ada 11 ve 162 ada 40 parsel iken kamulaştırma nedeniyle ifrazen 78 ve 79 parsel sayıları altında tescil edilen taşınmazların tapu kayıtlarında 18.02.1994 tarihli ve 11 yevmiye numaralı, 11.04.1994 tarihli 12 yevmiye numaralı işlemler ile usulsüz ve sahte intikal-satış işlemleri yapılmış olduğunun muhakkik raporu ile belirlendiğini ileri sürerek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile önceki malikler adına tesciline karar verilmesi isteğiyle eldeki davayı açtığı, davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın, Dairece; eldeki davanın açılmasında ve sonuçlandırılmasında davacı idarenin hukuksal yararının bulunduğu ve doğrudan dava açılmasına yasal bir engel olmadığı, işin esası incelenerek tüm deliller değerlendirilip sonucuna karar karar verilmesi gereğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda yolsuz tescil iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği ve hükmüne uyulan bozma ilamında değinildiği üzere; tapu sicilinin tutulmasına hakim olan ilkelerden biri de illilik, yani tescilin hukuki sebebe bağlılığı ilkesidir. Türk Medeni Kanununun 1025.maddesi uyarınca tescile dayanak hukuki sebep geçersiz ise tescil de geçersiz olur. Öte yandan resmî belgeler (resmî senet, mahkeme kararı ve diğerleri) Tapu Sicili Tüzüğünün 7.maddesinde sicilin ana unsurları arasında yer almıştır. Anılan yasal düzenlemeler uyarınca, tescile esas teşkil eden hukuki işlem; yasanın öngördüğü şekle uygun olarak yapılmamışsa, tescilin dayanağı olan belgeler sahte veya usulsüz olarak düzenlenmişse veya hiç düzenlenmeksizin tescil işlemi yapılmışsa, işlemin yolsuz tescil niteliğinde olacağı, malikin ya da Tapu Müdürlüğünün talebi ile her zaman düzeltilebileceği kuşkusuzdur.

Somut olaya gelince; dava konusu taşınmazların intikal ve satış işlemlerine dayanak herhangi bir başvuru, işlem belgesi, resmi akit ve dayanak belge bulunmadığı, dayanak olarak gösterilen işlemlerin ise başka taşınmazlara ilişkin olduğu saptandığına göre 18.02.1994 tarih ve 11, 11.04.1994 tarih ve 12 yevmiye numaralı işlemlerin dayanak gösterildiği tüm intikal ve satış işlemlerinin yolsuz tescil niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca, öncelikle her iki işlemden etkilenen paydaşlarının veya mirasçılarının tümünün davada yer almasının sağlanması, bilirkişi incelemesi yaptırılarak her bir taşınmaz yönünden yolsuz tescile konu payları gösterir gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınması, bir kısım taşınmazlar yönünden kamulaştırma ile Hazine adına tescil edilen paylar dışında kalan payların yolsuz tescile konu işlemlerden önceki malik yada mirasçıları adına tesciline karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

________________________________________________________________________________________________________________________

  • Tapu iptali ve tescil davasında nispi harç,
  • Tapu iptali ve tescil davasında nispi harcın yatırılmamış olması halinde, davacıya harcı tamamlaması için süre verilmesi,

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2011/780 E., 2011/14923 K. sayılı kararı

… Dava aile konutu (TMK.m.194) nedeniyle tapu iptali ve tescil ve taşınmaz üzerine sonradan konulan ipoteğin kaldırılması davası niteliğindedir. Davacı iki ayrı işleme yönelik dava açtığından iki bağımsız talep vardır. Davacı ipotek bedeli üzerinden nispi peşin harcı yatırmış, ancak tapu iptali ve tescil talebi yönünden nispi peşin harcı yatırmamıştır. Bu nedenle, 8.7.2005 tarihinde yapılan satışın bedeli olan 30.000 TL. üzerinden hesaplanacak nispi peşin harcı tamamlaması için davacıya süre verilmesi (Harçlar Kanunu 30-32); tamamlandığı takdirde toplanan deliller değerlendirilip bir karar verilmesi gerekirken; harç tamamlanmadan tapu iptal ve tescil isteği yönünden işin esasına girilerek karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. …